a. Bediüzzaman, el-Cevşenül-Kebîrin öncelikle Hz. Peygamber (s.a.s.)in duâsı olduğunu ve onu okuduğundan kısaca şöyle bahseder:
Öyle de, çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, el-CevşenüI-Kebîr namındaki münâcâtında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiâze ediyor.10
(Hz. Peygamber Aleyhisselâmın), hem binler dua ve münâcâtlarından el-Cevşenül-Kebîr ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsîfe yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i münâcâtın başında el-Cevşenül-Kebîrin doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meâlinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşenin dahi misli yoktur diyecek.11 Böylece Bediüzzaman Cevşenin rivayet olarak Hz.Peygambere isnadının sahih olduğunu kabul etmiş olmaktadır.
b. Bediüzzaman, el-Cevşenül-Kebîrin, Kurandan çıkan bir münâcât olduğunu belirterek, muhtevasının Kurana uygun olduğuna işaret etmiştir. O, bu konuda şöyle demektedir:
Yani, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işâreten bakan ve bir cihette Kurandan çıkan bir hârika münâcât olan ve marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede: Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşeni oku diye Cebrâîl vahiy getiren el-Cevşenül-Kebîr Münâcâtı içindeki hakîkatler ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Muhammedin (s.a.s.) Risâletine ve hakkaniyetine şehâdet ettiği gibi 12
c. Bediüzzaman duânın kabulünün şartlarından bahsederken, el-Cevşenül-Kebîrden de bahsederek onun nasıl okunacağı hususunda bilgi verir:
Ubûdiyet, emr-i ilâhiye ve rızâ-ı ilâhiye bakar. Ubûdiyetin dâisi emr-i ilâhî ve neticesi rızâ-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gâiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubûdiyete münâfî olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubûdiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüzü olsa, o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
işte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan el-Cevşenül-Kebîri, o faydaların bazılarını maksûd-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar ve müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rızâ-yı ilâhî için âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbûldur. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktâbdan ve Selef-i sâlihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkâr da eder.13
d. Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Bediüzzaman da, el-Cevşenül-Kebîri okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder:
Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar .14
Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrâd-ı Bahâiye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.15
e. Daha önce de dediğimiz gibi bazı zatlar, el-Cevşenül-Kebîr okumaya verilen sevaplar ile ilgili rivâyetlerin uydurma olabileceği düşüncesiyle Cevşeni de inkâr yoluna gitmişlerdir. Biz bunlara kısaca cevap vermiştik. Bediüzzamanın hayatında da aynı hâdise cereyan etmiş ve şöyle cevap vermiştir:
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhûr duâ-i Nebevî olan el-Cevşenül-Kebîr hakkında ve akıl hâricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş: Râvî, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübâlağa görünüyor. Meselâ, içinde der: Bu duaya Kuran kadar sevap verilir. Hem Göklerdeki büyük melâikeler, o duâ sahibini gördükçe kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez diye, Risâle-i Nurdan imdad istedi. Ben de Kurandan ve Cevşenden ve Nurlardan gayet katî ve tam akıl ve hikmete mutâbık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmâlini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün üçüncü dalında on adet usûl var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izâle eder. Ona bak, cevabını al.
Sâniyen: Her gün bütün ümmet kadar hasenât ona işlenen ve bütün ümmetin saâdetlerine yardım eden ve ism-i azâmın mazharı ve kâinatın çekirdek-i asliyesi, hem en mükemmel ve câmi meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duânın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrâîl Aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde sevap, zât-ı Ahmediyenin velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duânın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Azâm mazharı olan Zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvâzene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Sâlisen: O duâ, nasil ki zât-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübâlağadan münezzeh ve aynı hakîkat oluyor. Öyle de, o duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnânın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübâlağa, belki onların nihâyetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün, ve gelebilen feyizlerin nihâyetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık Aleyhisselâm haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürûr-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkkî edilmiş.
Râbian: Yirminci Lema-i ihlâsda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mâlikiyet değil, belki insan nasıl husûsî hanesine çok cihetlerle mâliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla mâliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lâmbamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.
Hem İslâmiyette her sevabın, her fazîlet-i amâlin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duâda bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zât-ı Ahmediye (s.a.s.), husûsî virdler ve duâlar ve şeriat ve risâlet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umûmî olmayan derslerinden kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebâiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder.
Gerçek Allah katındadır. Gaybı ancak Allah bilir dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillâhilhamd, kurtuldu, tam kanaatı geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim. Umûmunuza binler selâm .16
f. Bediüzzaman, el-Cevşenül-Kebîri devamlı okumuş, talebelerine okumalarını tavsiye etmiş ve Cevşeni kendisi gibi talebelerinin de vird edindiklerini bildirmiştir:
Nazif, büyük bir hayır yapmak için Risale-i Nur talebelerinin ehemmiyetli bir virdi olan el-Cevşenül-Kebîri makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, hâşiyesindeki pek harika ve müteşabih hadislerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı.
Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gün Cevşeni okuduğum hâlde o haşiyeyi üç dört defadan ziyade okumadım İnşallah yakında o mübarek el-Cevşenül-Kebîr, Risale-i Nur talebelerinin şevkiyle tenvîr edecek.17
Dipnotlar:
10- Risale-i Nur Külliyatı, I,144 (24.Söz, Birinci Dalın sonu); I,817 (30.Lema, Beşinci Nüktenin Hatimesi); I,872 (3.Şuanın son paragrafı); I,973 (11.Şua, Onuncu Mesele).
11- R.N. Külliyatı, I,908-909 (7.Şua, Ayetül-Kübra, Birinci Makamın Onaltıncı Mertebesi); I,1131 (15.Şua, Onbeşinci Şehadet); II,1389 (Mesnevi-i Nuriye, Nokta,Onuncu Ders).
12- R.N. Külliyatı, I,1128 (15.Şua, Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler); I,872 (3.Şua, son paragraf), I,973(11.Şua, Onuncu Mesele).
13- R.N. Külliyatı, I,652-653 (17.Lema, On üçüncü Nota).
14- R.N.Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I).
15- R.N.Külliyatı, II,1736.(Emirdağ Lâhikası I).
16- R.N.Külliyatı, II,1745-1746 (Emirdağ Lâhikası I)..
17- R.N. Külliyatı, II,1824 (Emirdağ Lâhikası II).
Öyle de, çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, el-CevşenüI-Kebîr namındaki münâcâtında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiâze ediyor.10
(Hz. Peygamber Aleyhisselâmın), hem binler dua ve münâcâtlarından el-Cevşenül-Kebîr ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsîfe yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i münâcâtın başında el-Cevşenül-Kebîrin doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meâlinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşenin dahi misli yoktur diyecek.11 Böylece Bediüzzaman Cevşenin rivayet olarak Hz.Peygambere isnadının sahih olduğunu kabul etmiş olmaktadır.
b. Bediüzzaman, el-Cevşenül-Kebîrin, Kurandan çıkan bir münâcât olduğunu belirterek, muhtevasının Kurana uygun olduğuna işaret etmiştir. O, bu konuda şöyle demektedir:
Yani, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işâreten bakan ve bir cihette Kurandan çıkan bir hârika münâcât olan ve marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede: Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşeni oku diye Cebrâîl vahiy getiren el-Cevşenül-Kebîr Münâcâtı içindeki hakîkatler ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Muhammedin (s.a.s.) Risâletine ve hakkaniyetine şehâdet ettiği gibi 12
c. Bediüzzaman duânın kabulünün şartlarından bahsederken, el-Cevşenül-Kebîrden de bahsederek onun nasıl okunacağı hususunda bilgi verir:
Ubûdiyet, emr-i ilâhiye ve rızâ-ı ilâhiye bakar. Ubûdiyetin dâisi emr-i ilâhî ve neticesi rızâ-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gâiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubûdiyete münâfî olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubûdiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüzü olsa, o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
işte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan el-Cevşenül-Kebîri, o faydaların bazılarını maksûd-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar ve müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rızâ-yı ilâhî için âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbûldur. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktâbdan ve Selef-i sâlihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkâr da eder.13
d. Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Bediüzzaman da, el-Cevşenül-Kebîri okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder:
Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar .14
Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrâd-ı Bahâiye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.15
e. Daha önce de dediğimiz gibi bazı zatlar, el-Cevşenül-Kebîr okumaya verilen sevaplar ile ilgili rivâyetlerin uydurma olabileceği düşüncesiyle Cevşeni de inkâr yoluna gitmişlerdir. Biz bunlara kısaca cevap vermiştik. Bediüzzamanın hayatında da aynı hâdise cereyan etmiş ve şöyle cevap vermiştir:
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhûr duâ-i Nebevî olan el-Cevşenül-Kebîr hakkında ve akıl hâricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş: Râvî, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübâlağa görünüyor. Meselâ, içinde der: Bu duaya Kuran kadar sevap verilir. Hem Göklerdeki büyük melâikeler, o duâ sahibini gördükçe kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez diye, Risâle-i Nurdan imdad istedi. Ben de Kurandan ve Cevşenden ve Nurlardan gayet katî ve tam akıl ve hikmete mutâbık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmâlini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün üçüncü dalında on adet usûl var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izâle eder. Ona bak, cevabını al.
Sâniyen: Her gün bütün ümmet kadar hasenât ona işlenen ve bütün ümmetin saâdetlerine yardım eden ve ism-i azâmın mazharı ve kâinatın çekirdek-i asliyesi, hem en mükemmel ve câmi meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duânın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrâîl Aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde sevap, zât-ı Ahmediyenin velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duânın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Azâm mazharı olan Zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvâzene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Sâlisen: O duâ, nasil ki zât-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübâlağadan münezzeh ve aynı hakîkat oluyor. Öyle de, o duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnânın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübâlağa, belki onların nihâyetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün, ve gelebilen feyizlerin nihâyetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık Aleyhisselâm haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürûr-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkkî edilmiş.
Râbian: Yirminci Lema-i ihlâsda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mâlikiyet değil, belki insan nasıl husûsî hanesine çok cihetlerle mâliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla mâliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lâmbamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.
Hem İslâmiyette her sevabın, her fazîlet-i amâlin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duâda bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zât-ı Ahmediye (s.a.s.), husûsî virdler ve duâlar ve şeriat ve risâlet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umûmî olmayan derslerinden kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebâiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder.
Gerçek Allah katındadır. Gaybı ancak Allah bilir dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillâhilhamd, kurtuldu, tam kanaatı geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim. Umûmunuza binler selâm .16
f. Bediüzzaman, el-Cevşenül-Kebîri devamlı okumuş, talebelerine okumalarını tavsiye etmiş ve Cevşeni kendisi gibi talebelerinin de vird edindiklerini bildirmiştir:
Nazif, büyük bir hayır yapmak için Risale-i Nur talebelerinin ehemmiyetli bir virdi olan el-Cevşenül-Kebîri makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, hâşiyesindeki pek harika ve müteşabih hadislerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı.
Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gün Cevşeni okuduğum hâlde o haşiyeyi üç dört defadan ziyade okumadım İnşallah yakında o mübarek el-Cevşenül-Kebîr, Risale-i Nur talebelerinin şevkiyle tenvîr edecek.17
Dipnotlar:
10- Risale-i Nur Külliyatı, I,144 (24.Söz, Birinci Dalın sonu); I,817 (30.Lema, Beşinci Nüktenin Hatimesi); I,872 (3.Şuanın son paragrafı); I,973 (11.Şua, Onuncu Mesele).
11- R.N. Külliyatı, I,908-909 (7.Şua, Ayetül-Kübra, Birinci Makamın Onaltıncı Mertebesi); I,1131 (15.Şua, Onbeşinci Şehadet); II,1389 (Mesnevi-i Nuriye, Nokta,Onuncu Ders).
12- R.N. Külliyatı, I,1128 (15.Şua, Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler); I,872 (3.Şua, son paragraf), I,973(11.Şua, Onuncu Mesele).
13- R.N. Külliyatı, I,652-653 (17.Lema, On üçüncü Nota).
14- R.N.Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I).
15- R.N.Külliyatı, II,1736.(Emirdağ Lâhikası I).
16- R.N.Külliyatı, II,1745-1746 (Emirdağ Lâhikası I)..
17- R.N. Külliyatı, II,1824 (Emirdağ Lâhikası II).